Benim Hiç Günlüğüm Olmadı
Sizin hiç günlüğünüz oldu mu?
Benim hiç günlüğüm olmadı. Oldu, ama olamadı.
Defterlerim, boş kağıtlarım, renkli notluklarım oldu ama bana yaşattıklarınızı anlatıp, içimdeki ateşi kelimelerle tutuşturup yangınım yapacağım bir günlüğüm olamadı.
Defterlerim, boş kağıtlarım, renkli notluklarım oldu ama bana yaşattıklarınızı anlatıp, içimdeki ateşi kelimelerle tutuşturup yangınım yapacağım bir günlüğüm olamadı.
Yazmayı denedim ama yakaladınız beni. Hem de en çaresiz anlarımda. Saçmaladığımı düşündünüz, çocukluk bu yaptığın dediniz. Yüzü buruşuk bir yaşlı değildim; çocuktum zaten. Yaşlı kafalı çocuk. Sanırım kafayı sıyırdı da dediniz. Demişsinizdir. Kendimden iyi tanıyorum bazen sizi.
Kafamın içi dışında bana bir yaşam alanı, yaşamama alanı bırakmadınız. Ağladım, hatta çok bağırdım ama iş yorgunluğu, metro kalabalığı, market pahalılığını konuşmaktan beni fark edemediniz.
"Ülkeyi batırdı, sattı hepinizi!" demek istedim.
"Bu ülke sonda; böyle yaşanmaz burada." diyebildim.
"Aman sus! Başına bir hal gelir." dediniz.
Bana bunları yapamazsın, demek istedim.
"Sen kızsın, sus; ses etme her şeye dediniz."
Haksızlığınızı yüzünüze vurmak istedim.
"Sus! Sen ne anlarsın, karışma her boka!" dediniz.
Sustum. Kalemler beni, ben günlüklerimi unuttum.
En son ne zaman yazdım günlüğüme, bilinmez.
"Sevgili günlük. Kalktım. Yattım. Yedim. İçtim."
Günlük gitti. Sevgili gitti. Yatmak, kalkmak gitti.
Bir ben, bir de içtiklerim kaldı.
Yazdırmadınız. Yazdıklarımı karıştırdınız. Okudunuz, çok okudunuz. Okuduğunuz tek şey buydu. Dalga geçtiniz. Alkol pahalı diye benim yaşadıklarımı kendinize içki-meze yaptınız. Kendi cümlelerimden tiksinmemi, Ben'ime, bedenime yabancılaşmamı sağladınız.
Sevdiğim bir roman kahramanı evinde kendine ait bir yatak altı dahi olmadığını söylüyordu.
Benim bir dünya altım bile olmadı.
Bunlar benim son yazılarım. Dün gece iyice düşündüm, karar verdim.
Bir daha yazmak istemiyorum. Yazmak bana iyi gelmiyor. Dürüst olamıyorum. Sürekli, sırtıma dayanmış revolver namlusu varmış gibi hissediyorum. Çünkü siz; günahları, sırları, entrikaları çok seversiniz. Ama benim anlatacak, yazacak bir şeyim kalmadı.
Belki bir bavul toplar, atlar giderim. Bir iki parça eski elbise, okunmamış kitaplar yeter de artar.
Kanalizasyon suyu kokusunun tüm sokağı kapladığı; kaldırım taşlarının artık kaldırım taşı olmadığı şehirlerde gezerim. Sevdiğim yazarların mezarında oturur, sıcaktan ısınmış suyumla topraklarını sularım.
Kıçı kırık iki müze gezer, çok beğenmiş gibi sıkıntıdan patlarım. Berbat otellerde kalır, beş para etmez adamlarla tanışırım.
Belki sizin gibi olurum. Bilinmez.
Bir koca bulurum, sabah programı izlerim. Komşuya kahveye giderim. Çorba karıştırır, Günün boktanlığını, çok şükür diye diye kabullenirim. Yalnızlıktan tiksinip, bakamayacağım bir çocuk yetiştiririm.
Ne yapacağım, bilmiyorum şimdilik.
Bu kağıdı son kez doldurup, yok etmek istiyorum. Kendim de dahil son itiraflarım bunlar dünyaya. Nasıl yok edeceğimi şuan düşünmedim. Tek isteğim bu kağıdın son okuyucusu ben kalayım. Biri daha eklenmesin günlüğümle arama.
Ah ki yine ah Sena, öyle şeylere değiniyorsun ki hep bi parça buluyor insan. Ne kadar karanlık olsa da sözlerin küçük bi ışık oluyor sanki içimde, sadece paylaşılıyor olması bile iyi hissettiriyor bu duyguların.
YanıtlaSilEn ağırı da aşk acısı, öyle çok çöküyor ki içime keşke , keşke hiç aşık olmasaydım dedirtiyor. Ve söz veriyorum kendime, bi daha asla aşık olmak yok diye. Ancak nafile. ne kadar kendimi kandırsamda nafile. öyle yada böyle yeniden bi güneş buluyor gönlüm. Her sabahımın uyanma sebebi oluveriyor içimdeki aşk.
Vicdanım sızlamıyor ama çünkü eminim bu sefer, kendimden değil ya, senden eminim Sena. Bunca ince ve narin duyguları böylesi sözlerle anlatan sana aşık olmamak elimde değil Sena. istesemde karşı çıkamıyorum sözlerinin kalbimi ele geçirmesine. Biliyorum bana yazmıyorsun tüm bunları ama işte sadece paylaşmak istedim.
sevildiğini bil, yada daha doğrusu, sevilebileceğini bilsen yeter.