melodram
Bugün kendi sergime davetliydim. Hala derdimi ve derdini çözemediğim hayatıma ne kadar güzel katlanmışım, ne kadar yol katedip ne kadar düşüp kalkamamışım izlemem gerekiyordu.
Bir bok anlamadığım tablolarımdan uzun uzun bahsedecek, çok beğenmiş gibi etrafa bakışlar atacaktım. Evet, büyük gün gelmişti! En güzel elbisemi giyecektim; ucuz markadan rujumu sürüp kendi davetime icabet edecektim. Kendimin en güzel, en bayat ve tek konuğu olacaktım.
Sergim sadece iki tablodan oluşacaktı. Melo ve Dram!
Melo kadındı. Dram erkek.
Melodram bir insanlıktı.
Yaşanmak istenler, geceler, gündüzler; güneş ve boşluğun sevişmesiydi. Ay bir çocuktu. Boşluk ve güneşin çocuğu. Melodram en güzel parçamdı. Tekti. Sergimin tek güzel konuğunun gözde parçasıydı. Anlamıştım. Hiçbir şeyden anlamayan ve hiçbir zorluğu aşamayan ben Melodramda takılı kalmıştım. Çok beğenmemiştim ama beğenmemiş gibi de yapamamıştım; etrafa bakamadan orada takılı kalmıştım. Boşluk-duvardan çıkardım ve çaldım sergimin tek tablosunu. Çıkışı aramaya koyuldum.
Yaşadıklarım ya da yaşayamadıklarımdı Melo.
Doğmuş olmamdı Dram...
Büyük bir dünyanın içindeki küçük adımların tarif edilemez yorgunluğunu anlatmış sanki tablo. Klişelerimiz ve biz. Gelgitlerimiz ve kaybettiklerimiz. Bir varmışlarımız siliniyor belleğimizden. Orda bi köy yok uzakta. Şimdi yol uzun bir tablo içine boylu boyunca uzandığımız.
YanıtlaSilBütün mesele o klişe büyük resme bakabilmekte. Onu kavrayabilmekte.... Onu yorumlayabilmekte...
SilZirvesine göz koyduğum dağlara bak.
SilKoşup takıldığım çitlere bak.
der şair. Büyük resim içinde kaybolup arayışlarla sağa sola koşturduğumuz an’lardır belki de…