Kayıtlar

Mart, 2022 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Nasıl Ölünür?

Doğmak, doğurmak, yetiştirmek, yaşamak, yaşatmak. Bunları biz insanlık çok doğal olarak kabul ediyoruz; bunların, hayata geldiysek hakkımız olduğunu daha doğduğumuzda ağlayarak kabulleniyoruz. Ölmek. Peki ölmekle neden barışamıyoruz?  Yoksa barışamadığımız sevdiklerimizin ölümü mü yoksa kendimizin bir bavul dahi alamadan  bu dünyayı terk etmemiz mi? Yaşama hakkını kullanamamamız, bu durumun acısını hissetmemiz mi bizi korkutan?    Émile Zola beş hayata kenarından konuk ediyor bizi. Aristokrat, burjuva, esnaf, köylü ve işçi.  Hepsinin hayatı algılayış biçimi, düşünceleri, yaşadıkları yer, yedikleri yemekler dahi farklı. Sadece bu hayattaki tek ortak noktaları var: Ölüm.     Kitabımızda beş farklı kısa hikaye var ve tek tek beşinin ölümünü, ölüm anındaki duygularını ve yakınlarının tepkisini okuyoruz. Toplumsal sınıfın ölünün tabutunda bile kol gezdiğini, paranın biz ölsek dahi elinin eteğinin üstümüzden çekmediğini görüyoruz.       H...

Aydı.

Resim
Ayı uğurladım, Güneşe selam verdim.  Hiç içimden gelmedi, yine de günaydın dedim. Yüzüm cevap beklemez gibi görünüyordu  ruhum boş bir günaydına razıydı. Sanırım görmediniz, cevap gelmedi. Kim bilir, Belki görünmezdim; Beki bilerek görmezdim. Belki de boyası atılmamış bir duvardım gözünüzde. Ama ölü değildim. Ben daha ölmemiştim.    (güncelleşmiş versiyonudur.)    katranmavisi

Çanakkale Şehidine....

Resim
Düşman seni Anzak Koyu'nda, şafak tam sökmeden önce vurdu. Sen kesik kesik son nefesini alırken, düşmanın sapladığı iki kurşun sıcacık kanını toprağa damlatıyordu. Yanına koşan cılız hemşire, dakikalar sonunda elinden bir şey gelmeyince gözlerini kapattı. Tüfek sesine gelen arkadaşların, gülen gözlerin yerine cansız bedenini görünce yıkılsalar da artık sevdiklerini kaybetmeye alışmışlardı. Komutan, anacığına acı haberini veren bir mektup yazdı. Ölüm haberini uzun bir süre sonra alan kadıncağız kahroldu. Sanki ciğerini söküyormuşcasına feryatları tüm Türkiye'de yankılanmıştı sanki.. Hatice'n hem on beş yaşındaki kardeşinin hem de senin kaybının yükünü kaldırmaya çalışıyordu. Sadece o değil. Tüm Türkiye'nin içi kan ağlıyordu. Sadece askerler değil, kadınlar da cephedeydi. Kimi sizler için çorap dikiyordu, kimileri cepheye siyah taşıyor kimileri de karnınızı doyuruyordu. Başı daima dik kalabilen sadece o Türk bayrağıydı. İşte o bayrak, acı ve son umudun harmanlanış haliydi...

O Mutlu An.

Ne kadar güzel bir giriş cümlesi, değil mi?   "Hayatımın en mutlu ânıymış, bilmiyordum. Bilseydim, bu mutluluğu koruyabilir her şey de bambaşka gelişebilir mıydı? Evet, bunun hayatimin en mutlu ânı olduğunu anlayabilseydim, asla kaçırmazdım o mutluluğu." *       Mutlu olduğumuzu nasıl anlarız? Mutluluk anını, genelde yaşarken anlamayız. Sıradan, normal olarak düşünürüz. Sonrasında bu anın bize hatırlattığı şeyi mutluluk olarak tanımlarız. O andan kalan bir hatıra, anı, fotoğraf, eşya.... Mutluluk eşyaların yansımasıdır çünkü. Hayatımızın en mutlu anı olduğunu bilsek o andaki biz olabilir miyiz; aynı duyguları yaşayabilir miyiz, bilinmez. 1975 yılında bir İstanbul aşkını okuyoruz. Zengin, İstanbullu bir ailenin oğlu Kemal ve uzaktan akrabaları Füsun'un bir 'Jenny Colon' çakması çantayla başlayan yasak aşkın hikayesi... Kemal nişanlanma arifesindedir fakat yıllar sonra ilk görüşte Füsun'a aşık olur ve hikayeleri Merhamet Apartmanında başlar. Kitabın konusuyla il...

Suzan Defter-Ayfer Tunç Alıntılar I

"Babam.  Hayatımıza sadece misafir olmuş, hayatımızdan çıktıktan sonra ardından çok ses bırakmış olan yakın-yabancı." sayfa: 15 "Zamanı nerede bıraktığını hatırlamak çok güç." sayfa: 14 "Hayatı uzun sürmüş bir sıkıntıdan ibaretti. Boş, içeriksiz bir sıkıntı. Neden hayatım bir sıkıntıdan ibaret diye soramayacak kadar tembel yaratılışlı olmalıydı ki, ölmek daha kolay geldi." sayfa:10  "İntiharı aklına getiremeyecek kadar tembel olduğunu düşünürdüm." sayfa: 10 "Artık yazdıklarımın bir anlamı olsun istiyorum. Bir şey söylüyor olayım." sayfa: 13 "Bir kadın birdenbire günlük tutmaya başlamışsa ya aşık olmuştur ya terkedilmiştir." sayfa: 9

kırgınlık

  Kendime kırgınlığım geçmiyor, Affedemiyorum yaptıklarımı. Tanıyamadım çünkü. Ben daha kendimi tanıyamadım, Seni nasıl tanıyayım? Hiç dinmeyen huzursuzluk, Telefonun çalışı gibi hissettiriyor. Gecenin korkusu oluyor.

Yaşamak, Yu Hua

Yaşamak. Acıyı, mutluluğu, iyi, kötü kısaca her günü bir hayata sığdırmak...Yaşamak budur. İşte bu kitap, hayata sığdırılan her duyguyu bir hayat hikayesinde bir kez daha gözlemlediğimiz bir kitap. . Aile servetini kumarda kaybeden Fugui'nin ailesine ve toprağa bağlanmasını ve onun yaşadıklarını anlatan kitap hayatın her alanına eleştiri getirebilecek nitelikte bir kitaptı.  "Yıllar sonra, yaşlı öküzüyle tarlasını sürerken tanıştığı bir yabancıya hayatından söz etmeye başladığında, şımarık bir gencin başına gelenlerden fazlasını sayıp dökecektir bu yüzden: Fugui, kendisiyle birlikte altı insanın hayatını, kaderin sürprizlerini, yaşamın acılarını ve sevinçlerini anlatır. "        Çin'in yaşadığı siyasi kargaşa ve bunalımlar hakkındaki sistem eleştirisi bir köylü aile üzerindeki etkileriyle yansıtılması çok etkileyiciydi. Köydeki herkes denilen her şeyi sorgulamadan kabul ediyordu. Çünkü yıllardır her ülkede olduğu gibi devleti eleştirmekten korkuyordu insanlar. “...