Kayıtlar

Ağustos, 2022 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

an*ne

 "Evet, bıktım usandım artık bu ruhu taşımaktan anne, günü gelse de kavuşsam o güneşin altında bütün sorunların küle döndüğü topraklara. Buraya ait değilim ben." . Bu hayatta en çok anneme kızdım ve bu hayatta yine beni en çok annem affetti. Canımı, herkesten çok annem yaktı ama bu hayatta bir tek ona küsemedim. Küsmek istemedim. Çocukken, o uyurken sessizce yanına gidip göğsünün şişip şişmediğini, beni bırakıp bırakmadığını kontrol ederdim. Bırakmasın isterdim. Kaybolmak, onsuz olmak ve kendi kendimin annesi kalmak istemezdim. Beceriksizdim ben. Sakardım da; öyle derdi sürekli.     Annecilik oynayamazdım. Kendi kendimi doğurup bir canı sokaklara salamazdım. Saçlarını tarayamaz; omzumu ağlasın diye feda edemezdim. Her gece anne olup ölemezdim. Her gece ölür, öldürebilirdim içimdeki bir şeyi. Bir duyguyu, yaşanmışlıkları, yaşanılmış ama unutulmak istenenleri; hepsini öldürebilirdim. İçimde anne yoktu benim; sadece içimde benim annem vardı. Ben yoktum. Kalbim annemdi. O kim...

Adamsız Pabuçlar

Ben yalnız bir kadın değildim. Öyle sanmaya devam edebilirlerdi. Benim bir sürü adamım vardı. Yüzümün çizgilenmeye başlaması, ürkütücü bir sokaktaki apartman dairesinde tek başıma yaşamam beni yalnız, çaresiz mi yapıyordu? Hepsi benim adamımdı. Zengini, yoksulu, şişmanı, yakışıklısı, kafası çalışanı... Dünyada kaç çeşit adam varsa hepsi bendeydi. Benimdi. Aşkları, yalnızlığı, en ufak kavgada ayrılıp; yalnızlığı kaldıramayınca barışmayı onlarla tatmıştım. Aşk zaten sevgiyi, melankoli yükünü tek başına kaldıramamak; ayıp olmasın kimseye diye bu yükü biriyle beraber taşımak değil miydi? Her çarşamba iki belediye otobüsü değiştirip şehrin göbeğindeki bir ara sokağa kurulan bit pazarına giderdim. Manavda çalışan liseli kızdan öğrenmiştim yerini. Kıyafetlerini oradan aldığını, makinede yıkayınca aynı yeni gibi olduğunu iddia eder başımı şişirirdi. Bit pazarları ucuz eşya almak için değil ucuz hatıra, emek, zaman ve benim gibi adam almak için ideal bir yerdi. Eşyalar eski değil, geçmişler esk...

Yaşayamadıkları hayat için, dünyanın kendilerine can borcu olduğu kadınlara...

-İstanbul Sözleşmesi yaşatır, yaşatacak. . "Önceleri utanırdım. “El âleme rezil oluyoruz” diye. Asıl el âlem bana rezil oluyor...Görüp de görmeyerek. Madem beni yok sayıyorsunuz, ben de sizi yok sayıyorum..." . Bu ülkede kadın oldunuz mu siz hiç? Eteğinizin boyundan namusunuz, gülümsemenizden aranmışlığınız belirlendi mi hiç? Gece, karanlığını sokağa salınca dünya size dört bucak kaçılacak yer haline geldi mi? Gelinliğinizin üstüne bekaretinizi temsil eden kurdele bağlandı mı veya? Abileriniz, erkekleriniz daha çok sevildi de erkeklikleri için düğünler yapıldı mı? Yapıldı. Siz bu dünyada kadın olmakla barışabildiniz mi? Kadınlığı da geçin. İnsan olabildiniz mi? Özgürlüğün ipini ellerinize alıp insanca yaşayabiliyorum ben, diyebildiniz mi? Sanmam.  İnsanoğlu kötüydü, bunca zaman insanlıktan nasibini alamadı hala çünkü. Bu ülkenin belki de en büyük sorunu kadını, çocuğu, hayvanı koruyamayıp bir de bu hatasını kabul etmemek oldu.  Her gün telefonlarımıza yeni bir bildirim ge...

Kağıt Kesikleriyle Öldüreceğim Kendimi

Resim
Evelyn McHale seni kaltak! Hakkımı çaldın, emeğimi, bütün uykusuz gecelerin çalışmasını bir karanlık sokağa fırlatıp attın. Hem de mızıkçılık yaparak. En çok benim hakkımdı, bunu biliyordun. Tarihin en güzel intiharı dediler senin için. O narin bedeni araba tepesinde ölü haliyle yaşayan tüm kadınlardan daha güzel dediler. Ya yaşayan ölüler? Onların da emeğini çaldın sen. Tüm yaşayan ölüler, ve yaşayan ölü kadınlar senden nefret ediyor. Ölünmüyor çirkinlikten. Ölünmüyor yaşam bu, denmeden. Birinciyi geçme zaferi ikinciye aittir diyor bunlar Evelyn. Öyle bir yok edeceğim ki kendimi tekrar doğup tekrar ölesin gelecek. Ölüm seni yaşarken korkutmayacak ve yaşam da seni insanların koynuna bırakmayacak. Neden ruhunun senden sonra yaşamasına izin verdin? Neden tüm fotoğraflarını yakmadan silindin dünyadan da adın kaldı? Öyle bir öldüreceğim ki kendimi arkamdan hiçbir şey diyemeyecekler. Ne güzel, ne çirkin, ne de ölü.. Okuduğum tüm kitapların sayfalarıyla keseceğim bileklerimi. Bana başka türl...

Beş Sevim Apartmanı, Mine Söğüt

Resim
Beş Sevim Apartmanı-Rüya Tabirli Cin Peri Yalanları İnceleme|  "Gelin cinlerim, gelin, alın benden uysallığımı!" . Beş Sevim Apartmanı'na hoş geldiniz. Uslu bir misafir olursanız eğer tüm apartman sakinlerinin hayatına misafir olabilir ve kendi cin-perilerinizle barışabilirsiniz. Ufak bir uyarı:  Bu kitap bir cin deneyi ve peri kobayları romanıdır! . Öncelikle yazarımız Mine Söğüt'ten biraz bahsedersem:  İlk kitabı, Adalet Cimcoz: Bir Yaşam Öyküsü Denemesi isimli biyografi kitabıdır. 2003 yılında yayımlanan ilk romanı Beş Sevim Apartmanı ile yazım hayatına başlıyor Mine Söğüt. Beş Sevim Apartmanı/Rüya Tabirli Cin Peri Yalanları'ndan sonra Kırmızı Zaman adlı ikinci romanı yazım hayatında bir süreklilik kazandırıyor. Genellikle kitaplarında toplumca örselenmiş, kıyıda köşede kalan, ötekileştirilmiş ama bir o kadar da içinde yaşadığımız dünyada rahatlıkla rastlayabileceğimiz insan tiplemelerini konu alıyor Mine Söğüt. Cihangir Pürtelaş Sokağı'nın en gizemli ve mi...

Evre-Novella

Hayır, ne aşık oldum, ne birini kaybettim, ne de bir sonuca geldim. Bilmediğim için yazıyorum. Ne aşkı, ne hazzı, ne acıyı, karanlığı; ne de yaşamayı.. Bilmiyorum. Bu duygular yok bende. Kitabımda da yok; mayamda da. Sizde bunu nasıl anlıyorsunuz? Nasıl kolayca aşık oldum; acı çektim ben, diyebiliyorsunuz? Bir şey biliyorsam eğer siz neredeyseniz ben orada olamıyorum. Evrelere bölüyorsunuz kendinizi. Oldurmaya çalışıyorsunuz zamana kendinizi. Ne bu hayatın evreleri dediğiniz şey? Bas bas bağırıyorsunuz. O, bu evredeyim, hayatımın şurasındayım, burasındayım... Neredesiniz? Nerelerdensiniz? Beni de sokmak istiyorsunuz evrelerin koynuna. Yalvarmaktan nefret ediyorum. Ama yalvarıyorum. Tanıdığım, tanımadığım herkese yalvarıyorum ki yok etmeyin yok oldurun artık beni. Nereden olduğumu da unutun. Evrelerin değil, evrenlerin tuzağına yollayın beni. Yollayın beni bir yere. Uzak olsun. Sizden çok, uzak. Barınamıyorum. Hani temel ihtiyaçtı barınmak? Barınamıyorum ben sizin aranızda. Sıkışıp kalı...

Çocukluğum Zamandı

     Zaman asla tek gelmezdi yaşamların ortasına. Yanında tebessümleri, hüzünleri, acıları ve umudu da beraberinde getirirdi. Zaman, hatıraların ve hatırlanmak bile istenmeyen anların arasındaki o sağlam köprüydü. Zaman, çocukluğumdu. Çocukluğum, zamandı. Ama asla bir yetişkinin algıladığı zamandan değildi.      Bir yetişkin için zaman; yorgun argın işten çıkışı bekleme anı, bir öğrenci için sınavda sorularına kalan dakika; ben ve diğer çocuklar için ezan saatine kadar oynanan sokak oyunlarıydı. Hepimizin hayattaki zaman kavramı ayrışıyordu bu yüzden. Tıpkı dünyadaki tüm insanların birbirinden ayrışması gibi...     Çocukluğumun zamanı yirmi dört saatten değil; komşu çocukların kapımızı çalıp beni almasından; annemin akşam ezanında gel' tembihi arasındaki zamandan oluşuyordu.     Çocuktum, bilmiyordum. Bilmiyordum, zamanın bu kadar gaddar oluşunu. Su gibi akmayıp; suyun zaman gibi aktığını. Bilemezdim çünkü tek bildiğim saklambaçta asla i...