O Mutlu An.
Ne kadar güzel bir giriş cümlesi, değil mi?
"Hayatımın en mutlu ânıymış, bilmiyordum. Bilseydim, bu mutluluğu koruyabilir her şey de bambaşka gelişebilir mıydı? Evet, bunun hayatimin en mutlu ânı olduğunu anlayabilseydim, asla kaçırmazdım o mutluluğu."
*
Mutlu olduğumuzu nasıl anlarız? Mutluluk anını, genelde yaşarken anlamayız. Sıradan, normal olarak düşünürüz. Sonrasında bu anın bize hatırlattığı şeyi mutluluk olarak tanımlarız. O andan kalan bir hatıra, anı, fotoğraf, eşya.... Mutluluk eşyaların yansımasıdır çünkü.
Hayatımızın en mutlu anı olduğunu bilsek o andaki biz olabilir miyiz; aynı duyguları yaşayabilir miyiz, bilinmez.
1975 yılında bir İstanbul aşkını okuyoruz. Zengin, İstanbullu bir ailenin oğlu Kemal ve uzaktan akrabaları Füsun'un bir 'Jenny Colon' çakması çantayla başlayan yasak aşkın hikayesi...
Kemal nişanlanma arifesindedir fakat yıllar sonra ilk görüşte Füsun'a aşık olur ve hikayeleri Merhamet Apartmanında başlar. Kitabın konusuyla ilgili açıklamayı daha fazla uzatmak istemiyorum ve karakterlerin bende uyandırdığı duygu ve izlenimleri paylaşmaya geçiyorum.
"Füsun'un aslında en çok ilgi duyduğu şey, ne benim gövdem ne de genel olarak erkek vücuduydu. Asıl merak ve heyecanı kendisine, kendi gövdesine ve hazlarına yönelikti."
Kitapta iki farklı Füsun vardı. Biri aşık olan o genç kız Füsun. Diğeri de hayata kırgın Füsun.
İlk Füsun'un çocuk yaşta uğradığı tacizler onu hayatta hızlı büyütmüş. Küçücük bir kız gibi olsa da Merhamet Apartmanı'nda onu bir kadın olarak okuyoruz.
Kitabın ikinci kısmındaki Füsun ise tamamen silik. Kendi benliğini tanıyamamaya başladığı, umursamazlığı, hatta çok az konuşması, sesini sigarayı söndürüşüyle bile insanlara anlatmaya çalışması onun yardım çığlıklarını kanıtlıyordu.
Ben yine de Füsun'u iyi tanıyamadığımızı düşünüyorum. Kemal her ne kadar Füsun'u her detaylı anlatmaya çalıştığını, ona ait her anın eşyasını hafızasına yazdığını dile getirse de Kemal de benim gibi Füsun'u tanıyamadı. Füsun'un ne kadar değer verdiğini bildiği küpenin varlığını bile fark edemeyecek kadar.
Kemal'le maalesef hiç anlaşamadım kitap boyunca. Aşk zannettiği şey zamanla onun aşk acısından hoşlanma duygusuna geçiyordu. Kendi de bunu kitabın bir bölümünde itiraf etti. Bu acının onu mutlu ettiğini ve bundan kurtulmak istemediğini söylüyordu.
"Geçen zaman, Allah'tan yalvararak dilediğim gibi, hatıralarımı zayıflatmıyor, çektiğim acıyı daha dayanılır kılmıyordu. Her güne ertesi günün daha iyi olacağını, onu birazcık olsun unutmuş olacağımı umarak başlıyor, ama ertesi gün karnımdaki ağrının hiç değişmediğini, acının sürekli yanan kuvvetli bir kara lamba gibi içimi karartmaya devam ettiğini hissediyorum. Onu birazcık daha az düşünebilmeyi, zamanla onu unutabilmeyi başardığıma inanabilmeyi ne çok isterdim!"
Her ne kadar kitapta bununla ilgili bir bölüm olmasa da Kemal'in ailesi hakkında doğru düzgün bir şey okumuyoruz. Ailesinin adı geçen yerler bile çok silik ve hızlıca geçiştirilmiş gibi. Bu da bende bir aile yapısı olmadığı için; hayatta her şeyle tek başına mücadele eden yalnız bir karakter olarak karşımıza çıkmasının nedeni uyandırdı. Özellikle babasının ölüsüyle, Füsun'un babasının ölümünde benzer şeyler düşünmesi ve hayatına aynı düzende; sanki hayatında hiç bu insanlar yokmuş gibi davranması da fikrimi destekleyen bölümlerdendi. Hem aşkı arayan hem de kendine bir aile arayan bir adamdı Kemal. Babasının ölümünden sonra yalnız kalan annesinden söz dahi etmeyip, yıllarca Füsun'un ailesinde geceleri geçirmesi ve eşyalarını çalması onun çocukluktan bir yarasının olduğunu da düşündürttü. Zaten Füsun ve bisikleti dışında çocukluğuna dair pek de bir şey duyamıyoruz ağzından.
Kitapta tartışmasız en sevdiğim karakter Sibel oldu. Zarifliği, ruhunun güzelliği her cümlesinden, tavrından belli oluyordu. Aldatıldığını öğrendi yine de Kemal'in acısını unutturmaya çalıştı. Her zaman kendinden emin ve İstanbul hanımefendisi tiplemesiyle benim gönlümü fethetti.
"Bence kültürlü ve uygar olmak da herkesin birbiriyle eşit ve özgür olması değil, herkesin kibarca diğerleriyle eşit ve özgürmüş gibi davranmasıdır. O zaman kimsenin suçluluk duymasına gerek kalmaz."
Kitapta namus, bekaret, 78 darbesi, dönem İstanbul'u, Yeşilçam derken beraberinde bir sürü konuyu da okuyoruz. (Bu konuyla ilgili çok inceleme yazısı okuduğum için kendi fikirlerimin dışına çıkacağımı düşünüyorum. Bu yüzden dönemin sosyolojik yapısı hakkında konuşmayı düşünmüyorum.)
Sadece beni çok rahatsız eden bir yer oldu. İstanbul'un kültürel yapısı ilk başlarda çok detaylı işlense de darbe ve siyasi olaylar Kemal için her şey gibi sıradan, normal şeyler gibi anlatılmış. Darbeye şahit olmasını neredeyse sadece Füsunların evinde az vakit geçirmesine bağlamış. Belki de bu Kemal'in elit tabakadan gelen biri olduğu ve olaylardan çok etkilenmediği için bu şekilde anlatıldı. Tabi öyleyse bunun hakkında yorum yapamam.
Orhan Pamuk'un başarılı kalemiyle her sahneyi zihnimde bir film olarak izledim aynı zamanda. Her anın, duygunun o nostaljik havası; yer yer Kemal'in kasvetli yaşamını iyi ki okudum diyorum. Okuyacak olanlara tavsiyem her eşyanın da kitabın bir karakteri olduğunu ve hatta çoğundan daha çok duyguları olduğunu unutmayın. Bu konuyla ilgili kitaptaki Marcel Proust detayının da bu yüzden önemli olduğunu düşünüyorum.
Her eşyanın anısı benim ruhumda bir müze oluşturdu bile. Sigara izmaritleri, sürahiler, rakı bardakları, köpek figürleri ve daha nicesi.
Bir müzenin bu kadar iyi bir kurguyla romanlaştırılması da edebiyat için çok etkileyici bir ustalık eseri olduğu sonucuna vardırıyor. Özellikle koleksiyonculardan toplanan parçaların gerçekmiş hissi vermesi muhteşem bir detaydı. Hatta Orhan Bey'e Kemal olup olmadığı sorulması okurların ne kadar etkilendiğini gösteriyor. Pamuk'un okuduğum ilk kitabı olsa da mutlaka bu okuma yolculuğum devam edecek.
Eğer okumayı düşünenler varsa naçizane tavsiyem 30. bölümden sonrasını zaman zaman kitaba dönüş yaparak okuyun. Çünkü kitabın aynı Füsun gibi iki parçadan oluştuğunu düşünüyorum. Bu kadar uzun bir kitap tabii ki aynı tempoda ilerleyemez ancak ikinci kısımda yer yer kitabın çok tekrara düştüğünü; Kemal'in neredeyse 100 sayfa aynı duyguları ve Çukurcuma'daki bu evde yaşananları söylemem gerek.
Yine de çok güzel bir kitap okuduğumu belirtirim. 7/10 vermemdeki sebep de Kemal karakteri ve kitapta sürekli kendini tekrar eden bölümler yüzünden.
İnternet üzerinden müzeyi ezberlesem de en yakın zamanda ziyaret etmek istiyorum. Buraya kadar okuyan varsa destek olmak için beğenirse çok sevinirim. Yorumlarda fikirlerinizi de paylaşabilirsiniz.
Çok harıka bir paylaşım bana çok iyi geldi Teşkler 🙏🙏🙏
YanıtlaSil