Adamsız Pabuçlar
Ben yalnız bir kadın değildim. Öyle sanmaya devam edebilirlerdi. Benim bir sürü adamım vardı. Yüzümün çizgilenmeye başlaması, ürkütücü bir sokaktaki apartman dairesinde tek başıma yaşamam beni yalnız, çaresiz mi yapıyordu? Hepsi benim adamımdı. Zengini, yoksulu, şişmanı, yakışıklısı, kafası çalışanı... Dünyada kaç çeşit adam varsa hepsi bendeydi. Benimdi. Aşkları, yalnızlığı, en ufak kavgada ayrılıp; yalnızlığı kaldıramayınca barışmayı onlarla tatmıştım. Aşk zaten sevgiyi, melankoli yükünü tek başına kaldıramamak; ayıp olmasın kimseye diye bu yükü biriyle beraber taşımak değil miydi?
Her çarşamba iki belediye otobüsü değiştirip şehrin göbeğindeki bir ara sokağa kurulan bit pazarına giderdim. Manavda çalışan liseli kızdan öğrenmiştim yerini. Kıyafetlerini oradan aldığını, makinede yıkayınca aynı yeni gibi olduğunu iddia eder başımı şişirirdi.
Bit pazarları ucuz eşya almak için değil ucuz hatıra, emek, zaman ve benim gibi adam almak için ideal bir yerdi. Eşyalar eski değil, geçmişler eskiydi orada. İnsanlar da tozu, kiri eskilik sanıyordu hala bu dünyada. Ivır zıvırın fiyatını değil, hatıraların fiyatını soruyordunuz bit pazarında. Yalnız ben o liseli kız gibi etekler bluzler değil, bit pazarına adam satın
almaya gidiyordum. Kitap standına uğrayıp korsan kitapları karıştırıp ucuz olanlardan aldıktan sonra pazar mahallesinde lakabı "Rum Teyze" olan Eleni Papadopulos'un yanına uğrardım. Eleni, Rum
kökenli, parasını Türk gelenekleriyle kazanan yaşlı bir kadındı. Yunanistan göçmeni bir duldu. Ölen kocasından sonra kendini sokaklara, kocasınınkiler de dahil, pabuçlara vermişti. Sattığı pabuçlar ve kocasından kalan emekli maaşıyla kendini geçindiriyordu. Sabahları güneş doğmadan kalktığını söylerlerdi pazardakiler. Sokak sokak gezer ve apartmanların önünde bulduğu sokağa bırakılan pabuçları
toplardı. Ölenlerin pabuçları.
Sokakta yürürken, işe giderken, varoluşsal sancılar çekerken hiç
kaldırımı tıkayan atıl pabuçlar gördünüz mü? Onlar pabuç değildi. İnsanlıktı. Kadınlar, erkekler, çocuklar ve başkalarıydı. Bu pabuçların sokakta durma sebebi ölüm evden uzak olsun diyeydi. Giden
gitmiştir, kalan sağlar ve gidenlerin acısı bizimle demekti. Eleni Papadopulos bu kutsal görevi üstlenmiş, ölümü ve ölümün pabuçlarını evlerden uzaklaştırıp bit pazarında satıyordu.
Pazardakilerin bir kısmının yaptığı gibi çalıntı eşya getirmezdi Eleni. Onun tek amacı gidenlerin arkasında bıraktığı acıyı evlerden uzaklaştırmaktı. Muhtemelen her gün saatlerce pabuç arıyordu bit
pazarı çarşambasına kadar. Ben de her hafta onun standına uğrayıp getirdiği erkek pabuçlarından seçip bir çift satın alırdım.
Bazen üç çöp poşeti ayakkabı dökerdi standa, bazense üç çift ya var ya yoktu. Sessiz, çok konuşmayan ama kuralları olan bir kadındı. Onunla ilk tanışmamda bana her ne kadar kabul etmek istemesem de tezgahı düzenletmiş sonrasında pazar satıcısından elmalı soda ikram etmişti. Her zaman konuşmazdık. Bazen sadece pabuçları alır giderdim; bazen de ısrarıyla Canasta oynardık tezgahın arkasındaki taburelerinde.
Bazı günler ne onun ne de benim konuşmaya halimiz kalmazdı. O günlerde bakışlarımızla anlaşırdık. Gözümle hangisini alacağımı işaret ederdim o da siyah naylon torbaya koyardı. El sallar ve haftaya geleceğimi belli eden bir gülümsemeyle veda ederdim ona.
Otobüste, caddede, iş yerinde adamların ayağında görüp görülebilecek her pabuç çeşidinden vardı artık bende. Ben bu pabuçları ne mi yapıyordum?
Kapıma koyuyordum.
Tekinsiz bir sokakta oturan yalnız kadın sıfatında olduğumdan annemin bir tek bu sözünü dinleyip evin kapısına koyuyordum. Bir çift ölü adam pabucunun beni korumasını, yalnız olmadığımı kanıtlamasını bekliyordum. Evin adamı varmış yorgun argın gelmiş de öylesine çıkarmış gibi koyuyordum bir de onları. Anneme inanmak istiyordum. Bu aptalca şeyi belki de bu yüzden yapıyordum her hafta. Ölümden, ölenlerin ardında bırakmadıkları kadar fayda bekliyordum bit pazarı
mallarından.
Başıma da ne geldiyse anne sözü dinlememekten geldi. Yalnızlığım, kırılmışlığım ve dünyada nefes alan ya da nefes aldığını sanan hiçbir canlıya güvenimin kalmamasının başlıca nedeniydi annemin
sözünü dinlememektendi. Bir tek erkek pabucu nasihatini dinlemiştim. Tabii o hala bunu bilmiyordu. Dinlemek zorunda kaldım ama. Bu it kopuk dolu mahallede tek oturulmaz, koy bari bir çift kapı önüne de millet herifli sansın seni, derdi. Bunu söylediğinde ona bağırıp çağırsam da hemen bu karardan dönmüş; evde tekrar yalnız kalmaya başlayınca çareyi Eleni Papadopulos'un ölü pabuçlarında; adam pabuçlarında bulmuştum.
Acaba sokak, mahalle, hatta dünya beni çaresiz sanıyorlardı da pabuçlar gelince imrenmeye mi başlıyorlardı? Bir bariyer miydi o adamsız pabuçlar? Neyi kanıtlıyordu? Yalnız kadın sıfatının silgisi miydi bir çift pabuç? Bilmiyordum ama yapmaktan da vazgeçmiyordum.
Ben her zaman kötü bir öğrenci oldum. Ya da her şey, herkes bana kötü bir öğretmendi. Ne günlerin çürüdüğü okul sıralarındaki dersleri ne de hayatın bana sözde öğrettiği derslerden, hiçbirinden fayda görmedim. Bütün ders kitapları, testler, yazılılar, romanlar hepsi yalandı. Bana sahip olmadığım değil asla sahip olamayacağım her şeyi vadediyorlardı. Kendi kendimin dersi, kendi kendimin başarısızlığı olmak zorundaydım. Olamıyordum. Ne kendi başarım ne de başarısızlığım olabiliyordum. Üç doğrum bir yanlışımı götürmüyordu. Benim, bunu değiştirmek için de çabam kalmamıştı. Tüm hayatını annesinin bu sözünü dinleyen birinden ne çaba beklenebilirdi ki?
Bir çarşamba sabahı bu defa felaketim oldu. Pazara gitmek için sabahın erken saatinde evden çıkmak üzereydim. Kapıyı açtığımda hayatımın en büyük hayal kırıklığını yaşadım. Kapının önündeki
pabuçlar yoktu. Çalmışlardı. Sadece pabuçları değil bütün emeğimi, adamımı, hayat güvencemi çalmışlardı. Kalan pabuçlar da benim gibi isyandaydı artık. İnatlaşma devri bitmişti. Yas dönemi başlamıştı. Pabuçlar kendi kendine yürüyüp açık kapıya gitmeye başladı. Girişteki raflar boşaldıkça boşalıyor; bütün adam pabuçları benden ayrılıyordu. Terk ediliyordum. Evet, terk edilmek böyle bir şeymiş. Yeni yeni
anlıyordum. Adamsız kalan pabuçlarım gidiyordu. Adamsız pabuçlar beni istemiyordu.
Bunu yapma zamanım çoktan gelmişti. Yüzleşme zamanıydı. Adamsız pabuçlar adımlarını daha da hızlandırmıştı. Eleni'den ilk aldığım kırmızı rugan erkek pabuçları siyah naylon poşetten çıkardım. Sadece o gitmiyordu. Bir ayakkabı formunda bin ölümdü. Kırmızı pabuçlu ölüm. Bana kalan son adamdı kırmızı pabuçlar. Pabuçlar ayağımda emanet gibi dursa da ölüm üzerime tam olmuştu. Benim için sokağa bırakılmış gibiydi. Eleni Papadopulos benim için saatlerce yürümüş, kırmızı pabuçları tamamen bana bol gelsin diye bulup getirmişti sanki. Ayağımdan fırlayacak gibi dursalar da bağcıkları bile bağlamadım ve anahtarı dahi almadan o halde evden çıktım.
Çok güzel bir yazı olmuş. İlk olarak, pabuçlara gerek kalmadan güvenli olabilmeyi başarırız umarım, ikinci olarak da bol bol pabuç eksik olmasın kapının önünden. :)
YanıtlaSil